6 Mayıs 2022 Cuma

ZAMAN


Dönüşü olmayan yollar vardı. Yazar
çiçekli masa örtüsünün üzerine kahverengi  güncesini bıraktı. Turkuaz rengi  kupasından bir yudum  alarak kahveyi ılık daha çok  sevdiğini anımsadı.  Derin bir iç çekerek günceyi açtı. Biraz bile olsa maziye dönmek eskiyi yâd etmek istedi. Sayfaları çevirdikçe gülümsüyor
toy çağlarında ilk İstanbul anısını; Haliç, Balat kıyılarında çektirmiş olduğu resimlerin altına kırmızı kalemle yazmış olduğu gelişigüzel şiirleri okuyarak kahkaha atıyordu. Ahmet Ümit
" İstanbul Hatırası" romanı aklına geldi. Romanı okurken Fatih Cami, Ayasofya, türbeler ve en çok da Nevzat karakterini içseleştirerek romanı tekrar çok sevdiğini anımsadı. Güncenin son sayfasında pilot kalemle karalanmış bir not ve üstünde "Aşk Ve Gurur" Jane Austen
Altında da Yahya Kemal'in " Bir tel kopar âhenk ebediyen kesilir." yazısı vardı. Gözleri doldu, ağlamak istedi. Genç kızlığında okuduğu ilk klasik romanıydı, ismi o kadar büyülemişti ki
İlk baskısını Süryani bir sahaftan almıştı. Romanı okurken film şeridi gibi ilerlerken Elizabeth Bennet rolüne kendisini kaptırmış aşkın hülyasına dalıp gitmişti. Aşkı bekleyen kız kardeşlerin arasında Elizabeth'in büyük sözü vardı; 
"Evlenmek için delicesine aşık olmayı bekleyeceğim. Sanırım bu yüzden de evde kalacağım."
Roman boyunca gururundan ve beylik sözlerinden bahsederken sonunda aşkına kavuşmuş ve evde kalmayan Elizabeth Bennet klasiği vardı. Bu sözü söylemek için çok gençti, aşk nedir bilmez sevgi nedir anlamaz bir genç kızın telaş dolu romanıydı. Aşk Ve Gurur'un çevirileri çoğaldıkça "Gurur Ve Önyargı" ile aynı roman olduğu ve asıl orijinal isminin bu olduğunu öğrendiğinde aşk hakkında darbeler almış ve sevginin dilini çözdüğü bir yaşa gelmişti. Yazar ayağı kalktı pencereden dışarıyı seyretmeye başladı. Caddenin kalabalığı, korna sesleri, Güzide'nin seyar satıcıdan aldığı bir kilo enginarı telaşla eve götürüşünü izledi. İlk aşkı aklına geldi gelip geçiciydi. Bir sonra ki ilişkisini düşündü; sevgiyi daha düşünsel boyutta, aşkı daha tutarlı seviyede hissettiği zamanda karşısında ki kişinin ne denli beyhude baktığı ve sevgiyi hiçbir zaman anlamadığı, bilinçli sevginin yalnızca almak değil de vermek de olduğunu bir türlü anlatamamıştı. Aşkı yalnızca dilde değil de davranışta da yaşamak istediği bir yaşa gelmişti. Aşık  olduğu vakitler baktığı pencereden dışarısı toz pembe, saçları daha özenli, cildi daha diri ve duru bakıyordu. Sevginin hiçbir zaman öğretilmeyecek bir duygu  olduğunu öğrenmişti artık.
Yazar hüzünlü hüzünlü dışarıyı seyretmeye devam etti. Annesini özledi, saçlarına düşen beyaz telleri düşündü. Hayatında göçebe bir ruha sahipti. Uzaklara gitse de yitik bir ağacın gölgesinde kolları açık bir şekilde bekleyen bir seyyatı yaşamında.
En sevdiği beyaz elbisesini giymek ve balkonda ki fesleğenlerini sulamak istedi. Elbisenin dantel işlemesi, dağınık saçları  güzelliğini ortaya koymuştu. Fesleğenlerin kokusu balkondan dışarıya taşmıştı, beyaz elbisesiyle güneşi selamladı. Aklına Yılmaz Erdoğan'ın  Adın Bahardı şiiri geldi;

Kente yanlızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın bahardı
Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın bahardı
Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın bahardı


Cansu Dayan 



19 Mart 2022 Cumartesi

Günler

Hayatın entaresini üzerime giydim.
Yaşıyordum, acıkıyordum, ağlıyordum.
Biliyordum benimde hiçbir insandan farksız olmadığımı. 
Annem beni doğrduğunda sabah üzeriymiş aylardan eylül, yapraklar dalarından veda ediyor. Aşıklar hüzünlerini bu mevsimde dilendiriyormuş. Ne bahtsız bir mevsim değil mi? Annem arada bir Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur açar kaset çalardan. Çay içer, üzümlü kek yeriz bir de dert yakarız beraber.Hiç bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz dualar ederiz birbirimize. Annemle ilgili hatırlarımı hep yüreğimde saklarım.Yeni yeni Saçlarına düşen üç beş beyaz saçın hesabını yapıp, endişelenip "annem ölüme davetiye mi çıkartıyor? Annem yaşlanıyor mu? "Diye hayıflanıp annemin görmeyeceği duymayacağı yerlerde gözyaşlarıma hakim olamamıştım. Çocuktum, ben de büyüyordum. Beyaz  teller eninde sonunda benimde saçlarıma düşecekti. Taa ki iki gün öncesine kadar saçıma düşmüş iki tel beyaz saçı görene kadar, endişelendim. Annemi aramak ve anlatmak istedim ama yapamadım. Annemin saçına düşen beyaz saçlar sayılamayacak kadar çoktu artık. Benim söz hakkım var mıydı?
Sonra oturup "Orhan Gencebay Akşam Güneşi"şarkısını açtım. Kahve yaptım, saatlerce oturduğumun farkında bile değildim. Arabalar, korna sesleri, çocuk kalabalığı ve  batan güneşin tül perdenin ardından yüzümü okşaması düşüncemi araladı. Aklıma Nergis, şebnem çiçeği geldi. Elimin altında duran kitabın kenarına not ettim. Hayat devam ediyordu. her şey yine aynı ardı ardınaydı; Günler, mevsimler, hüzünler... Yılmaz Erdoğan'ın şiiri aklıma geldi:
Sen şavkı sularda bir dolunaysın.
Aslında yokum ben bu oyunda,
ömrüm beni yok saysın...

Yaşam bir ıstaka;
gelir vurur ömrünün coşkusuna.
Hani tutulur dilin,
konuşamazsın…
Tırmandıkça yücelir dağlar.

Sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü;
tutunamazsın!
Eloğlu sevdalardan dem tutar,
aşk büyütür yıldızlardan;
senin ise düşlerin yasak,
dokunamazsın...

14 Haziran 2021 Pazartesi

Günlerden Bir Gün Melankoli Seansı


Sanatın fısıltısı, kaypak zamanın  acımasızlığı Üzeyir'in  kulağına  sessizce  fısıldadı. Üzeyir hortlak görmüşçesine  uzandığı  yerden kendisini doğruladı. Nefes nefese kalmıştı, elini makyaj masasında  gezindirdi. Mavi çiçekli surahiden bardağına doldurduğu suyu içmeye başladı. Nefesi biraz daha kontrollüydü. Üzeyir kaş göz arası aynada kendisi ile karşılaştı. Ağlamaya başladı, Üzeyir ağlıyordu.
Ağladıkça yüzündeki makyaj birbirine karışıyordu. Beyaz, siyah, kırmızı ile karışan gözyaşları lacivert bir görünüm vererek Üzeyir'in karanlık yanını ortaya çıkartıyordu. Üzeyir ağlıyordu, bunu kimse bilmemeliydi. Derin bir nefes alarak ayağı kalktı, rengarenk taktığı peruğu çıkartarak kadınsı bedeninde en sevdiği kısım olan ince bacaklarına dokundu. Ölmüş annesi ile babası  arasında geçen  konuşmaları  anımsadı. 
"Bey bizim oğlan  eşcinselliğe özeniyor.
Babası ayağı kalkarak;
Ne diyorsun hanım kulakların duyuyor mu?"
Annesi kararlı bir ses tonuyla:
Geçenlerde bizim oğlanı Necmiye'ye götürdüm, odasına girmiş dudaklarını kırmızıya, yanaklarını pembeye boyamış. Eh tabii biz odaya girmez miyiz  neye uğradığını şaşırdı, ağlamaya başladı.
 Bir güzel hırpaladım, erkek adam şöyle olur diye başladım anlatmaya eh biliyorsun bugüne dek flört ettiği bir kız arkadaşı bile yoktur bey elaleme rezil oluruz vallahi." 

Babası burnundan soluyordu
kapının eşiğinde onları dinleyen Üzeyir'i odasına götürerek 
"  Erkek adam dediğin masaya yumruğunu vurdu mu masayı titretecek, seni uyarıyorum Üzeyir duyuyor musun beni! "
Üzeyir büyüyor karanlığın ilk noktası oluşuyor. Yıllar sonra Shakespeare (Şekspir) tutkusu başlıyor.
Okulda küçük bir tiyatro kulübü ile ilk defa tiyatro kadrosuna alınıyor. İlk oyunu Hamlet oluyor, Üzeyir'in hayali  hep Hamlet rolünde oynamak ama öğretmeni Üzeyir'i Hamlet'in annesi Gertrude ile evlenen amcası Claudius'un rolüne sokar, Hamlet olma rolü ile tutuşan Üzeyir ince bacaklarını Danimarka kralı Hamlet ile ne çok özdeşleştirir. Hem Hamlet kadın görünümlü erkek değil miydi? Üzeyir kimseyi zehirleyecek kadar vahşi bir iç güdüye sahip değildi. Beceriksizce oynadı,  ne kadar çok güldüler. Claudius'u oynarken sahnede Hamlet olma isteği ile halen de yanıp tutuşuyordu. İlk ve son tiyatro oyunu oldu. Üzeyir bir daha sahneye çıkmadı. İnsanların maskotu haline gelmişti. Ne çok güldüler, acıklı bir sahnede elindeki zehiri Danimarka Kralına içeremeden elinden düşüren bir Claudius vardı. Nokta gittikçe büyüyordu, Üzeyir insanları güldürüyordu.  Haftalarca  biriktirdiği harçlıklarıyla salı pazarından aldığı palyaço kıyafetleri ile kariyerine başladı. Babasının haberi yoktu. Annesi ise belli bir zamandan sonra Üzeyir'i kabullenmişti. Başlarda Üzeyir palyaço rolünü özümsemiş, karanlık yanlarını kısa bir süre olsa bile unutmuştu. Yaş aldıkça bir dünyada iki farklı Üzeyir'in yaşadığı, gündüzleri gülüp insanları eğlendiren geceleri de aynada kendi görüntüsüyle ağlayan birisi haline dönüşmüştü. Anne ve babasının ölümünden sonra kafasının içi hep ergenlik dönemlerinde yaşadığı tatsız anlar, babası ve annesinin Üzeyir'i hiçbir zaman anlamadıkları ve onların biçtiği röle uymasını istediği birisi vardı. Üzeyir hiçbir zaman hiçbir röle ayak uyduramamıştı. Artık aynada ağlayan, yaşını başını almış bir palyaço görüyordu. Üzeyir dolaplardan birisini karıştırdı. Süsleme kağıt, zımbaların arasından sarı fon kartonu çıkartı.
Büyük harflerle " Palyaçolarda ağlar" diye yazdığı pankart ile her gün insanları güldürdüğü caddeye doğru koştu. Kalabalık aynıydı, Üzeyir pankartı kaldırarak yüksek sesle:
 "  Hey sesimi duyuyor musunuz Palyaçolarda ağlar, ben buyum. " 
Kalabalık Üzeyir'in yanından geçerek yoluna devam etti. Biri gelip diğeri geçti. Üzeyir sesini yalnızca kendisine duyurdu, kalabalık yoluna devam etti. Üzeyir halen ağlıyordu.

Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, 
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine.

Hamlet, William Shakespeare

Cansu Dayan

2 Haziran 2021 Çarşamba

Genco Erkal İle ( Hakkari'de Bir Mevsim) Ferit Edgü


Allah bu dağları yaratırken, dağlar ağlamış, hem de çok ağlamış.

“Bize kim bakacak demiş?

Bizi bu kadar karlı, bu kadar ıssız yaratıyorsun.

Hiç kimse gelmez bu dağlara demiş.”

Allah dağlara bizleri göstermiş, demiş ki, “bunlar çaresizdir, hiç çareleri yoktur.

Bunlar burada oturur size bakar.” demiş.

Toplumların varolması için temel ihtiyaçlar nelerdir?
Temiz su, sağlık, barınma, eğitim, sosyal yaşam. 
Hakkari'ye yolculuk yapıyoruz Ferit Edgü'nün kalmiyle. Öğretmenin hayalleri vardı, denize açılmak. Deryaya dalmak.

 Bir varmış bin yokmuş bir gün öğretmen kendisini bozkırın sarp dağlarında bulmuş. Hikayeler aldatılmak için vardır. Şimdi gerçeğe dönelim.
Öğretmen çamurlu yolları aşıyor, muhtar yardımıyla küçük bir esnaf bakalından temel gıda ve çocuklar için defter-kalem alıyor. Öğretmenin parası var mı? Ya da devlet ne kadar destek veriyor Doğu'daki çocuklara? Öğretmen borç ile yazdırıyor. Hüzünle, ihtirasla ulaşımı olmayan köye katırlarla, atlarla eşyaları taşınıyor. Mahzun bir yalnızlık olsa gerek, geride bıraktığı bir sevgili, özlem duyduğu deryalar. Umut olmalı  bu halktan.Pencereyi açıyor öğretmen, kuşlar dağların doruğuna uçuyor. Umut olmalı bu hüzünlü şehirde. Küçük bedenlerine büyük acılar sığdırılmış çocukları vardı bu şehrin, tabii ki Umut olmalı. Öğretmen temeli olmayan Küçük sınıfta minicik öğrencileriyle buluşur, hiç de yabancı değildir bu gözler. Hüzün, acı akıyor bu gözlerden. Dil insanın iletişim aracıdır. Birbirine yabancı olmayan bu gözler ile aynı dili konuşamıyor. Öğretmen Türkçe çocuklar Kürtçe konuşuyor. Gözler ise ortak bir dil yaratıyor. Öğretmen deryaları unutuyor çocuklara odaklanıyor. Bu halkın çocukları hastalıklarla, beslenemeyen annelerin bebeleri kucağında ölüyor. Öğretmen mücadele ediyor. Sağlık ocağı olsa belki güzelim dağları çocuk mezarlığı haline getirmez bu halk. Bu çocuklar hiç hayatında portakal yememişlerdir. Hakkari'de Bir Mevsim deyince aklıma hep portakal gelir. Hoca, benim kardeş hasta, diyor. Nesi var? diyorum. Ateşi var çok, diyor. Ölecek. İlaç vereyim mi? diyorum. Hayır, portakal ver, diyor. Portakal yememiştir hiç.
Bu halkın çocukları beslenemiyor, ısınamıyor. Anne sevgisi göremeden koca acıları küçük bedenlerin omuzlarına yükleniyor. Bu halkın çocuklarının dağları vardır. Bu çocuklar kaç kere öldü bu dağlarda? Kaç kere büyüdü bu dağlarda?  Halkın sanatçısı Genco Erkal öğretmen rolüyle Hakkari'de Bir Mevsim kitabının canlandırmasını yapıyor, Doğu ve Güneydoğu'da köy okulunda öğretmen olmak hiç kolay değildir. Çocukların acılarıyla ve sevinçleriyle büyüyorlar. 

İstediğim ölümsüzlük değil
Ne kendim, ne başkaları için
İstediğim, çocuklar ölmesin...

29 Mayıs 2021 Cumartesi

EKMEK VE HAYAT

2008 yılının yaz akşamı gözünün önüne geldi. Pencerenin önünde sokak lambasının altında oynayan  çocukları, pencereden seslenen Güzin Abla'yı dakikalarca seyretti. Gece konduların ışıkları yanmaya başlamıştı. Handan gözlerinden süzülen yaşları fark etmeden  karanlığın içerisinde oturdu. Yeni bir yaz akşamına girmişti. Hiç de yabancı  değildi yaz akşamlarına. Bu seferki yaz ıssız bir sessizlik, alışılmamış bir yalnızlıktı. Ağzında mırıldanarak  oturduğu yerden mutfağa geçti. Değişen neydi zamandan kalan? Yaşam, hayat, ben  diyerek duraksadı. Elindeki fincana kaynayan filtre kahveyi doldururken bir yandan da  fincanın yüzeyinde yüzünü izledi. Ben diyerek elindeki fincanı masaya bıraktı. Tüm zamanların acısı bir anda bedeninde toplanmıştı. Yeni yeni saçlarına düşmüş üç beş beyaz saçın hesabını; annesi, kardeşi, çocukluk arkadaşlarını düşünmeye başladı.  Eline aldığı mürekkepli kalemle gelişigüzel yazdığı defterini çıkartı. Rastgele açtığı sayfanın sol üst tarafında Cahit Zarifoğlu'nun "Kırlarda çiçekler bensiz açacak" dizesine rastladı. Elindeki kalemi masaya bırakarak soğuyan kahvesinden bir iki yudum daha aldı. Kahveyi ılık daha çok sevdiğini anımsadı. Dağınık saçlarını çıtçıtlı tokasıyla düzeltmeye çalıştı. Belki belki derdini anlatabilse bu gece tüm ihtiraslar bedeninde toplanmayacaktı. Masadaki telefon çalmaya başladı, saatte geç olmuştu artık arayan kardeşiydi. Telefonu açarken bir yandan solmuş sesini ayarlamaya çalıştı. 
-Alo
-Abla nasılsın? 
-iyiyim kardeşim, sen nasılsın?
Hal hatır faslından sonra kardeşi aceleyle konuya girdi. Sesinde muhabbet havası vardı üzgünlük yoktu.
- Hani çocukken her gün ekmek aldığımız bir amca vardı ya o amca bugün vefat etmiş.
Telefonu kapattıktan sonra gözü boş fincana  kaydı. Ölüm uzak bir kelime değildi artık, orta yaşına  onca şey sığdırmışçasına donuk bakışlarını ayırdı fincandan.
Her gün çocukken ekmek aldığı amcanın  sözü aklına geldi:
Şu an Ben, sen, ekmek ve hayat devam ediyor. 
Peki şimdi?  Dedi
Dudakları titreyerek: Ben, ekmek ve hayat devam ediyor.
 Peki daha sonra ben de çıkıp gideceğim bu döngüden. Devam edecek ekmek ve hayat.
Eline  aldığı mürekkepli kalemle sayfaları doldurmaya başladı. 

Cansu Dayan 

ZAMAN

Dönüşü olmayan yollar vardı. Yazar çiçekli masa örtüsünün üzerine kahverengi  güncesini bıraktı. Turkuaz rengi  kupa...